F

FAZIL AHMED PAŞA (KÖPRÜLÜZADE) (1635-1676)

Osmanlı devlet adamı. Sadrazam.

1635 yılında Vezirköprü'de doğdu. Babası Köprülü Mehmed Paşa'dır. Yedi yaşında İstanbul'a gelerek Şeyhülislam Karaçelebizade'den ders aldı. 1651 yılında Şeyhülislam Abdülaziz Efendi'ye yardımcı oldu. 1657'de Sahn-ı Seman medresesine müderris oldu. Bu tarihte siyasete atılan Fazıl Ahmed Paşa, 1659'da mareşallik rütbesiyle Şam Beylerbeyi oldu. Erzurum ve Halep Beylerbeyliği'nde bulunduktan sonra Padişah IV. Mehmed tarafından Sadaret Kaymakamlığına getirildi.

30 Ekim 1661 tarihinde de 26 yaşında, Osmanlı tarihinin en genç sadrazamı oldu. Ölünceye kadar da bu görevde kaldı.

Sadrazamlığı sırasında Uyvar'ın (24 Eylül 1663), Kandiye'nin (27 Eylül 1669) ve Kamaniçe'nin (18-27 Ağustos 1672) alınması, Almanya (12 Nisan 1663), Girit (26 Mayıs 1667) ve Polonya (7 Ağustos 1673) savaşlarıyla bütün dünyada adını duyurdu.

Birçok camiler, su yolları, hanlar yaptıran Fazıl Ahmed Paşa, içkiye olan düşkünlüğü yüzünden 3 Kasım 1676da Kemerburgaz'da öldü.

FAZIL MUSTAFA PAŞA (KÖPRÜLÜZADE) (1638-1691)

Osmanlı devlet adamı. Sadrazam.

Köprülü Mehmed Paşa'nın oğlu, Fazıl Ahmed Paşa'nın küçük kardeşi.

1638 yılında, Vezirköprü'de doğdu. Dört yaşında ağabeyi Fazıl Ahmed Paşa'yla birlikte İstanbul'a geldi (1642). Medresenin bütün kademelerini tamamlayarak, ilmiyeden yetişti. Eniştesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa zamanında yedinci vezir oldu (1680). 1681 yılında altıncı vezir, 1683'te Edirne Sadaret kaymakamı, sonra Silistre Beylerbeyi ve serdarı oldu. 1684 Mart'ında Kubbe Veziri olarak İstanbul'a geldi. Aynı yıl Edirne'ye üçüncü vezir olarak gönderildi. 1685 tarihinde de bu görevinden istifa etti. Birkaç ay sonra Sakız muhafızı, 1686 Şubat'ında Çanakkale Boğazı Muhafızı oldu. 2 Ekim 1687'de eniştesi Siyavuş Paşa sadrazam olunca onu ikinci vezir olarak İstanbul'a getirdi. IV. Mehmed, cepheye giden sadrazam eniştesinin yerine kendisini sadaret kaymakamlığına getirdi. 8 Kasım 1687 sabahı bütün ulemayı ve ileri gelenleri Ayasofya Camii'nde topladı. Hayatını kurtarmak için IV. Mehmed'in tahttan indirilmesi kararı alındı.

10 Şubat 1688'de padişah hal'etmiş vezir sıfatıyla İstanbul'dan uzaklaştırılıp, sırasıyla Girit'te Hanya, Kandiye, Sakız muhafızı oldu. İstanbul'dan uzaklaştırılmakla yeni padişah II.Süleyman, Fazıl Mustafa Paşa'nın da hayatını kurtarmıştı. 1689 yılında sadaret makamına getirildi. Bu durum Viyana imparatorunun şu sözleriyle değerlendiriliyordu: "Tanrı soyunu kurutsun şu Köprülülerin, başımıza yine yeni bir Köprülü çıktı."

Sadareti bir yıl, dokuz ay, yirmi beş gün süren Fazıl Mustafa Paşa, 19 Ağustos 1691 günü, Salankamen Meydan Savaşı'nda öldürüldü. Divan Yolu'ndaki babasının ve ağabeyinin mezarının yanına gömüldü.

FENER RUM ORTODOKS PATRİKHANESİ

Dünya Ortodoks Hıristiyan Kiliselerinin "Ekumenik" (evrensel) merkezidir.

İstanbul'un "Fener" semtinde bulunduğundan "Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi" veya kısaca "Fener Patrikhanesi" diye bilinir. Fener'de Ali Paşa Caddesi'ndedir.

İstanbul, Hıristiyanlığın ilk yayılış yıllarında piskoposluk merkezi olmuştur.

Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra Bizanslıların ve Doğu Kilisesi'ne inananların beklediği ve korktuğu gibi davranmadı. Patrikhane, hiç beklemediği değişik şartlarla karşılaştı. Fatih, Patrikhane'ye Bizans imparatorlarının bile tanımadığı ayrıcalıklar verdi Bizans'ın ilgi göstermediği Doğu Kilisesi'ne ilgi gösterdi. Yenik Rum cemaatinin dini hayatını düzenlemek için başlarında bir patriğin bulunmasını uygun gördü. Patrik seçimi yaptırdı. Georgios Kurtesios Skholarios yeni Patrik seçildi. Fatih, Doğu Kilisesi'ne bağlı ve çoğu kendi tebaası olan Hıristiyanları manen kendisini destekler duruma sokmak için Doğu Kilisesi'ni Batı Kilisesi'ne karşı yeniden kurdu. Başına da Batı Kilisesi'nin düşman ilan ettiği Kurtesios'un gelmesini sağladı. Böylece Hıristiyan Osmanlı tebaasını da kazanmış oldu.

Fatih Sultan Mehmed; seçilmesinden sonra kendisini ziyarete gelen Patrik Gennodios'u kabul etti ve ona Patriklik asası ile İmparatorluk sınırları içinde Müslümanlar arasında Hıristiyanlara hukuki teminat kurduğunu belirten ve Patrik'in "hukuki statüsü"nü gösteren bir berat ve kiliseye karşı saldırılar için güvence verdi. Kiliseyi vergiden muaf tuttu. Patriği protokolde vezirlerle eşit kıldı. Koruyucu olarak, yeniçeri çorbacılarından bir muhafız kadısı ayırdı. Rumların dini, hukuki, cezai işlerinden Patrikhane'yi muhatap aldı.

Patrikhane'nin 8000 metrekarelik bir alan da çevresi 3-4 metrelik duvarla kaplanmasını sağladı.

Patrikler, Ortodoks Hıristiyanların temsilci ve başkanı olarak Divan-ı Hümayun'da her zaman söz hakkına sahipti. Ancak, siyasete karışmaları, İmparatorluk içinde kötü davranışlarda bulunmaları, onların bu yetkilerinin zamanla kısılmasına sebep oldu. Devletin selameti için kardeşlerini, oğullarını dahi idam ettirmekten çekinmeyen Osmanlı padişahları daha sonra devlet aleyhine faaliyette bulunan iki patriğin idamına karar vermek zorunda kaldı.

IV. Mehmed devrinde Rum Patriği III. Parthenios'un Eflak voyvodası Costantin'i isyana teşvik ettiği, İstanbul yangınlarında şehirde yağma ve kargaşalıklar çıkardığı için 1657'de Parmakkapı'da asılarak idam olundu.

Bu tarihten sonra, patriklerin seçiminde ferman vermeleri kaldırıldı. Patrikhane'den Hazine-i Hassa'ya 100.000 akçe, dış hazineye de 140.000 akçe vermeleri karar altına alındı. Bundan sonra "İclas törenlerinin sadrazamın huzurunda yapılması uygun görüldü. Kilise tarihçileri bu konuda "Bu olayda sorumluluk Türklere ve Türk hükumetlerine düşmemektedir" diyerek Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'ni eleştirdiler.

Mora isyanlarını el altından kışkırttığı, Yunanistan'ın istiklalini kazanması için silahlı Rum çetelerine maddi ve manevi yardımda bulunduğu ortaya çıkınca Patrik II. Gregorios idam edildi (1821).

İşte bu tarihten sonra Patrik'in eşiğinde idam edildiği "Ortakapı" hiç açılmadı. Patrikhane'ye "Ortakapı"nın sağındaki kapıdan girilip, solundakinden çıkıldı. Kilitli ve hiç açılmayan bu kapının arkasında Patrik II. Gregorios'un resmi asıldı. Gizli bir kararla bu tarihten sonra görev alan patrikler ve metropolitler, Patrik II. Gregorios'un asıldığı yerde bir Türk sultanı veya Türk devlet büyüğü idam edilmedikçe "Ortakapı"nın açılmamasına karar verdiler. Bu kapı halen kapalı bulunmaktadır.

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğu'ndan ve 1923'ten sonra Cumhuriyet hükumetlerinden daima destek gördü.

Patrikhane'nin yetkileri önce 1833'te Yunan Kilisesi'nin kurulmasıyla ordudan 1870'te Milli Bulgar, 1879'da Sırp ve 1885'te Romen kiliselerinin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle daraldı. Fener sadece "Rum Ortodoks Cemaati"nin dini merkezi hüviyetini aldı. Fuad Paşa'nın 1844'te Fatih'in imtiyazlarını tekrar Patrikhane'ye vermesi de Patrikhane'nin eski nüfuz ve itibarını kazandırmadı.

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Yunanistan'ın istiklalinden sonra Bizanslı kisvesini attı. Yunanistan'ın ikinci bir elçiliği haline geldi. Hele 1904'den sonra Bizans'ı ihya etmek hülyası Yunanlı yöneticilere "milli bir siyaset" oldu. Patrikhane Yunan Hükumeti'nin emrine girdi. 1909'da Osmanlı topraklarındaki Rumları Yunanistan lehine isyan ettirmek için gizli çabalar gösterdi. Hükumet, 1910'da Patrikhane'yi askeri kordon altına aldı. Çünkü bu tarihten az önce sonradan Yunan Başvekili olan Venizelos gizlice İstanbul'a gelmiş, Patrikhane'de Patrik ve Patrikhane mensuplarıyla, ileri gelen Rumlarla toplantılar yapmıştı.

Patrikhane'nin Balkan ve I. Dünya Savaşları sırasında Osmanlılara karşı düşmanca davranışları arttı. Başta Patrik Malatayos olmak üzere bütün metropolitler savaş şartlarından yararlanmak için büyük bir çabaya giriştiler.

1918'de Patrikhane "Etnik-i Eterya Cemiyeti", "Rum Matbuat Cemiyeti", "Rum Müdafaa-i Milliye Cemiyeti", "Rum Trakya Cemiyeti" "Rum Muhacirin Cemiyeti", "Rum Tüccar Cemiyeti", "Rum Küçük Asya Cemiyeti", "Rum Edebi Cemiyeti", "Rum İzcilik Teşkilatı"nı kurdurdu. Bu Rum teşekküllerinin faaliyetleri hep Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nde yönlendiriliyordu. Bu sırada Patrikhane'ye yerli Rumlardan başka Yunanistan'dan üç milyon, Amerikalı Rumlardan da dört milyon drahmi para yardımı geldi. Patrikhane "Ruhani Meclisi"nin güçlenmesi için Kayseri, İnoz, Ankara, Vize, Amasya, Çanakkale, Trabzon metropolitleri İstanbul'a çağırılıp bilgi verildi.

Patrikhane'nin en büyük ihaneti, Doğu Karadeniz bölgesinde "Pontus Cemiyeti"ni kurdurarak, Türkleri Anadolu'da arkadan vurmak planı idi. Başında Trabzon Metropoliti Hrisantos'un bulunduğu "Pontus Cemiyeti" silahlı Rum çeteleri kurdurup Türklere karşı toplu cinayetlere girişti. Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Amasya vilayetlerinde etkili olan silahlı Rum çeteleri, Heybeliada Ruhban Okulu'nda yetiştirilen "İhtilalci papazlar" ile birlikte çalışıyorlardı.

1918'de Yunanistan'dan gelen talimatla Patrikhane, "Bizans Hülyası"nı gerçekleştirdi. Patrikhane'nin istiklalinin ilanı anlamına gelen "Çift Kartal'"lı Bizans Bayrağı dış kapıya çekildi. Bütün bunlara rağmen Karamanlı olan Patrik, siyasi işlerde "hafif ve pasif" bulunduğundan, Yunanistan Başbakanı Venizelos'un emriyle değiştirildi ve yerine Doroteos patrik oldu. Bu arada Patrikhane'ye Yunanistan'dan siyasi müşavir olarak Kanelopulos, askeri müşavir olarak da Albay Kanamakis geldiler.

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin Mütareke ve Türk milletinin İstiklal Savaşı yıllarında amaç dışı faaliyeti ve Türk milletine ihaneti 5 Mart 1921 günü Yunanistan Millet Meclisi'nde de belgelendi. Yunan hariciye nazırı Baltacis, yaptığı konuşmada, Fener Patrikhanesi'nin faaliyetlerini övgüyle anlattıktan sonra "Yunan milleti, Fener Patrikhanesi'ne teşekkür borçludur. Onun eski mücadeleleri Yunan milletini böyle büyük bir fetihe kavuşturdu" dedi.

Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Fener Patrikhanesi'nin planları bozuldu. Doroteos'un yerini eski Patrik IV. Malatayos aldı. Lozan görüşmeleri başlamış, Ankara Hükumeti'nin Valisi Haydar Bey İstanbul'a vali olmuştu, işgal kuvvetleri daha İstanbul'dan çekilmemişlerdi. Kendilerini suçlu gören Rumlar ve Patrikhane mensupları geleceklerinden korkarak İstanbul'u terkettiler. Kaçanlar arasında eski Patrik Doroteos ile bazı militan metropolit ve papazlar da vardı. Bu durum İstanbul'da Rumların iki ayrı görüşe ayrılmalarına neden oldu. Panaya Kilisesi Patrikhane aleyhine kampanya açtı. 3 Haziran 1923 günü Patrik Malatayos taraftan 30-40 kadar papaz Panaya Kilisesi'ne saldırdı. Orada bulunan Damayonudu ile bazı Patrikhane aleyhtarlarını tartaklayıp dövdü. Ertesi günü Patrikhane aleyhtarları, Fener Patrikhanesi'ne giderek Patrik'in derhal istifasını ve olaylara bulaşmamış yeni bir patrik seçmesini istediler. Bu sırada imzalanan Lozan Antlaşması'nda Patrikhane'nin merkezinin İstanbul'da olması gerektiği belirlendi ve Patrikhane'nin Rum Ortodoks Cemiyeti'nin dini merkezi olma niteliği kabul edildi. Cumhuriyet yönetimi bu statüye uygun olarak Patrikhane ile ilişkilerini sürdürmektedir.

FERHAD PAŞA (?-1595)

Osmanlı sadrazamı.

Arnavutluk doğumlu. Enderun'da yetiştirildi. Kapıcıbaşı olarak buradan çıktı. Yeniçeriler ve sipahiler arasında çıkan bir kavgadan sonra Koca Sinan Paşa tarafından görevinden uzaklaştırıldı. 1583'te İran Serdarı oldu.

İran serdarlığı sırasında Erivan'a yürüdü. İranlılar ile başarılı bir antlaşma yaptı (1590). İstanbul'a dönünce Koca Sinan Paşa'nın yerine sadrazam oldu (1591). 8 ay bu görevde kaldı. III. Mehmed tahta çıkınca tekrar Sinan Paşa'nın azledilmesiyle sadrazamlığa getirildi. Eflak seferine gittiğinde Koca Sinan Paşa'nın iftirası üzerine görevinden alındı (1595). Ve Eflak Voyvodası Mihail'le işbirliği yaptığı gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldı. Bu haberi Eflak dönüşünde öğrenen Ferhad Paşa, Litroz'da yakalanarak, Yedikule'ye götürülüp boğduruldu (1595).

FERHAD PAŞA ANTLAŞMASI (1590)

Osmanlı-İran seferi sonunda yapılan antlaşma.

Şah İsmail'in yerine tahta geçen Tahmasb oğullarından Mehmed Hüda-bende zamanında, asılsız gerekçelerle İran'a sefer açıldı. Serdar Lala Mustafa Paşa'nın başarıyla yönettiği sefer karşısında Şah Hüdabende barış istemek zorunda kaldı (1578). Ancak şahın ölümü üzerine yerine geçen oğlu Şah Abbas, barış isteğini reddederek, savaşı sürdürdü. Serdarlığa getirilen Ferhad Paşa, saldırıyı başarı ile sürdürürken, Özbek sultanı Abdullah Han'la da arası bozulan İran, iki taraflı savaşı sürdüremeyeceğini düşünerek Osmanlılarla barış yapmak zorunda kaldı.

Ferhad Paşa'nın Erdebil Hanı Medhi Kulu Han başkanlığında İstanbul'a gönderdiği heyet barış antlaşmasını imzaladı (1590).

Antlaşma hükümlerine göre, Osmanlılar başta Tebriz olmak üzere bütün Azerbaycan ile Şirvan, Gürcistan, Luristan ve Şehrizor taraflarını alıyorlardı. Ayrıca, İran Şahı İslam halifelerinden Ebu Bekir, Ömer, Osman hakkında ve Hz.Peygamber'in zevcesi Ayşe hakkında kötü söz söylememeyi taahhüt etmekteydi.

Bu antlaşma ile Osmanlılar doğudaki en geniş sınırlarına ulaştılar.

FERİD PAŞA (DAMAT) (1853-1923)

Osmanlı sadrazamı.

1853 yılında İstanbul'da doğdu. Arnavut asıllı Seyyit İzzet Efendi'nin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri katipliklerinde bulundu. Sultan Abdülmecid'in dul kızı Mediha Sultan'la evlenerek damat lakabını aldı. Bundan sonra Şura-yı Devlet üyeliğine tayin edildi. 1909 yılında Ayan Meclisi'ne giren Ferid Paşa, geniş kültürü olan, ancak ileri görüşten mahrum, devlet idaresi konusunda bilgisiz olmasına rağmen, Sultan VI. Mehmed tarafından beş defa sadarete getirildi. Devletin iç ve dış yönetiminde büyük hatalar yaptı. Sadareti zamanında Meclis-i Mebusan'ın kapatılması, Sevr Antlaşması'nın imzalanması, Kuva-yı Milliye'ye karşı Kuva-yı İnzibatiye ordusunun gönderilmesi gibi olaylar yaşandı.

Milli Mücadele'nin zafere ulaşması üzerine Avrupa'ya gitti. Bir süre sonra İstanbul'a gelip ailesini de yanına alarak Fransa'nın Nice şehrine döndü. 6 Ekim 1923 tarihinde, yerleştiği bu şehirde öldü.

FERMAN

Farşça emir, irade, buyruk anlamınadır.

İlhanlılar, Selçuklular yoluyla Osmanlılara geçmiştir. Padişahın herhangi bir meseleye ait resmi emri demektir. Memluklerde ferman tevki, Timurlular, Ka-rakoyunlu, Akkoyunlu, Altınordu ve Kırım hanlarında da yarlığ tabiri ferman yerine kullanılırdı. Selçuklularda pervane terimi ferman, menşur anlamınadır.

Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Altınordu ve Kırım hanlarının yarlığlarında baş tarafta damgaları ile birlikte, yazılan hükümdar adının sonundaki sözümüz veya sözüm kelimesi fermanım veya fermanımız karşılığıdır. Fatih Sultan Mehmed de Otlukbeli galibiyetini bildirirken fetihnamede ferman yerine sözümüz tabirini kullanmıştır. Osmanlı divanında ferman yerine Biti, Hüküm, Misal, Tevki, Yarlığ , Nişan, Berat, Menşur terimleri de kullanılmıştır.

Ferman kelimesini tamamen benimseyen Osmanlılar, her fermanda padişahın alamet-i şerife denilen tuğrasını da koyuyorlardı.

Osmanlılarda ferman yedi esas üzerine yazılırdı. 1-Ferman kelimesinin zikri (bazen yukarıdaki sözlerden biri yazılabilirdi), 2-Fermanın gönderildiği kişinin adının, rütbesine ve derecesine göre dua ve sena ile zikri, 3-Fermanın gönderilme sebebi, 4-Ferman hükmünün emrolunması, 5-Yapılması istenen işin açıklanması, 6-Verilen işin bitirilmesi için tekid ve temenni, 7-Fermanın tarihi ve gönderildiği yerin adı.

Osmanlı devrinde fermanlar genellikle büyük boy kağıtlar üzerine seyrek aralıklarla divani hat denilen girift istifli ve keşideli yazı türü ile yazılırdı. Bazen bir sayfalık belgede 10 satır bulunabilirdi.

Fermanlar, ait olduğu konuya göre Divan-ı Hümayun kalemlerinden birinde yazılır, özeti sicillere kaydedilirdi. Sonra Tevkii veya Nişancı tarafından tuğralanırdı. Ferman, bittiği yerde kadı tarafından doğruluğu kontrol edildikten sonra, şer'i mahkeme siciline kaydedilir, bu kayıt fermana işaret edildikten sonra hükmü icra edilirdi. Bazı fermanlarda üstte kısa olarak sultanın hatt-ı hümayunu bulunurdu.

Tanzimat'tan sonra fermanlar muayyen nişan, tevcih konularına inhisar etti. Yerini irade aldı.

FETRET DEVRİ (1402-1413)

I.Bayezid'in Ankara Savaşı'nda Timur'a esir düşmesiyle Mehmed Çelebi'nin I. Mehmed olarak tahta çıkması arasında geçen 11 yıllık zamana tarihlerde "Fetret Devri" veya "Saltanat Fasılası" denilmiştir.

Yıldırım Bayezid Timur'a esir düştüğü zaman Emir Süleyman, İsa, Mehmed, Musa, Mustafa ve Kasım adlarında altı erkek çocuğu vardı. Bunlardan Kasım hariç diğerleri Ankara Savaşı'na katılmıştı.

Emir Süleyman, savaşın kaybedildiğini görünce veziriazam Çandarlızade Ali Paşa, Murad Paşa ve Yeniçeri Ağası Hasan Ağa ve diğer bazı devlet büyükleriyle birlikte savaş alanını terketti. İsa Çelebi savaştan kaçtıktan sonra Balıkesir'e, Mehmed Çelebi de Amasya'ya çekildi. Mustafa ve Musa Çelebi ise esir düştü.

Timur'un amacı, Osmanlı Devleti üzerinde ve kendi hakimiyetini tanıyan, birkaç Osmanlı beyliği meydana getirmekti. Bu sebeple Bayezid'in dört şehzadesini Osmanlı tahtına ortak etti. Mustafa Çelebi'yi ise beraberinde Semerkand'a götürdü. Bu suretle Edirne'de Emir Süleyman, Bursa'da Musa Çelebi, Balıkesir yöresinde İsa Çelebi ve Amasya'da Mehmed Çelebi hüküm sürmeye başladılar.

Timur'un, Osmanlı Devletini şehzadeler arasında paylaştırarak parçalaması, yeni bir devrin açılmasına, fetihlerin durmasına sebep oldu. Çünkü Timur Anadolu'dan çıktıktan sonra şehzadeler arasında 11 yıl saltanat mücadelesi başlamıştı.

Timur'un parçaladığı Anadolu Türk birliğini bir idare altında toplayan Çelebi Mehmed oldu. Ankara yenilgisinden sonra Rumeli'de, İstanbul'dan Silivri'ye kadar olan bölgeler, Karadeniz'in Rumeli sahilinin önemli bir kısmı ve sonra Selanik, Tesalya (Kuzey Yunanistan) ve Anadolu'da Kartal, Pendik, Gebze Bizanslılara terkedilmişti.

Timur Anadolu'da Kastamonu, Çankırı, Tosya ve batı Paflagonya'yı Candaroğullarına, Saruhan Aydın, Menteşe, Hamideli, Teke ili (Antalya hariç) Germiyan ve Karaman beyliklerini sahiplerine ve Osmanlıların asıl topraklarından olan Beypazarı, Sivrihisar ve Kayseri gibi şehirleri de Karamanoğullarına vermişti. Osmanlılara ait belli başlı yerler olarak Sivas, Tokat, Çorum, Amasya, Eskişehir, Ankara, Kocaeli, Bursa ve Balıkesir kalmıştı. Fakat Çelebi Mehmed kısa süren saltanatı zamanında Aydınoğulları Beyliği'nin bir kısmını, Saruhan Beyliği'nin tamamını aldı ve Menteşe Beyliği'ni hakimiyeti altına soktu. Osmanlı birliğini sağladı.

FETVA

Fetva, bir olay hakkındaki hükmü belirten, yargı koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap anlamındadır, İslam dinine ait şer'i ve hukuki bir meseleye hüküm mahiyeti taşımamak üzere dini konularda uzmanları tarafından verilen cevaptır.

Fetvayı verene müftü, belirttiği delillere dayanarak hüküm verene de kadı denirdi. Fetva verebilecek bir müftünün beş özelliği olması gerekirdi: 1- İyi niyet, 2- İlim ve vekar, 3- Bilgide kuvvet, 4- Kimsenin etkisinde olmamak (istiğna) ve yeterlilik (kifayet), 5- Hak ile batılı kolayca ayırt edebilecek yetenek.

Abbasi, Emevi, Selçuklu devletlerinde var olan "fetva" Osmanlı Devleti'nde de yaşadı. Uygulamada Hanefi mezhebi esas olarak kabul edildi. Yalnız fıkıh hükümleri değil, ülkenin örfünden alınarak, vücuda getirilen hükümler de fetvaların konuları arasında yer almıştır.

Fetva Emini:

Şeyhülislamlık kalemi amiri.

Bu kalemde çuhadar, telhisçi, kethüda, müsevvit, mübeyyiz, mukabeleci, katip, mühürdar ve müvezzi gibi çeşitli görev yapanlar bulunurdu. Fetva eminleri, İslam hukukunu iyi bilenlerden seçilirdi. İstenilen fetvayı hazırlar, yönetiminde bulunan yirmi katip, fetvaları yazar, Şeyhülislam hazırlanan fetvaları inceledikten sonra talik kırması olarak adlandırılan bir yazı ile cevap bölümünü imzalardı.

Fetva isteyen kişiden yedi akçe harç alınır, fetva emini ile diğer görevliler arasında usulüne uygun olarak bölüşülürdü. Verilen fetvanın sorumluluğu Şeyhülislama aitti. XVI. yüzyıldan sonra fetvaların incelenmesi şeyhülislamlar tarafından fetva eminlerine bırakılmış, böylece fetva eminliği büyük bir önem kazanmıştır.

Fetvahane:

Şeyhülislam dairesinde, müftülerle, şer'iyye mahkemelerinin başvurmaları için hazırlanmış özel yer olmak üzere ayrı bir büronun adı.

Fetvahane, "Pusula Odası", "Fetva Odası", "İlamat Odası" olmak üzere üç kalemden meydana gelmişti.

Pusula Odası:

Müracaat sahiplerinin sorularını tespit eder, müracaat sahipleri bir pusula ile çözülmesini istedikleri olayın hükmünü fetva odasından sorarlardı.

Fetva Odası:

Sözlü veya yazılı sorulara cevap verirdi.

İlamat Odası:

Şer'iyye mahkemelerinin resen veya temyiz yoluyla gelen ilam ve ücretlerini incelemekle görevliydi.

 

FEYZULLAH EFENDİ (1638-1703)

Şeyhülislam.

Şemsi Tebrizi soyundan Erzurum Müftüsü Mehmed Emin Efendi'nin oğludur. 1638 yılında Erzurum'da doğdu. Medrese tahsilinden sonra İstanbul'a gelerek kayınpederi Vani Efendi vasıtasıyla Sultan IV. Mehmed'le tanıştırıldı. Önce şehzade Mustafa'ya sonra da şehzade Ahmed e hocalık yaptı. Müderrislik, Kazaskerlik ve Nakibüleşraflık görevlerinde bulundu.

1688'de Şeyhülislam oldu. 18 gün sonra Nişancı İsmail Paşa tarafından Erzurum'a sürüldü. II. Mustafa'nın tahta geçmesiyle yeniden şeyhülislamlığa getirildi. Bu defa 8,5 yıl bu görevde kalarak, oğullarını ailesinden birçok kişiyi devletin önemli mevkilerine getirdi. Bu durum ulema ve askerlerin Feyzullah Efendi'ye karşı hazırladıkları Edirne İsyanı'na sebep oldu. Naima Tarihi'nde bu olay, “Feyzullah Efendi” olayı diye isimlendirilmektedir.

Söz konusu olaydan sonra Kandiye Sancak Beyliğine, getirilen Feyzullah Efendi daha sonra öldürüldü (1703)

Hayatı boyunca Erzurum'da bir medrese ve camii, Şam'da bir Darülhadis, İstanbul'da bir medrese ve kütüphane (şimdiki Fatih, Millet Kütüphanesi) yaptırdı.

Eserleri:

Divan-ı Feyzullah Efendi, Nasayihü'l- Müluk, Kitabü'l- Ezkar, Mecmua-i Hikayat, Feteva-i Feyziye'dir.
FİLİSTİN

Yerli adı Pleşet; Yun. Palaistine; Lat. Palestina; Arp.Filastin; İng. Palestine; İbr. Erets Yisrael.

Ortadoğu'da bir bölge. Suriye Çölü ile Lübnan ve Akdeniz arasındadır, ilkçağ uygarlıkları içinde önemli bir yer tutan Fenikelilerin de yurdudur. Denizci bir kavim olan Fenikeliler Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarını Batı Akdeniz'e taşıyarak önemli tarihi görevleri üstlenmişlerdir.

Yavuz Sultan Selim'in, Mercidabık Seferi'nden (1516) sonra, Osmanlı idaresine girdi. Şam'a bağlanarak sancak haline getirildi. Bir süre sonra, Gazze ve Nablus sancaklarıyla birlikte Kudüs'e bağlanarak, eyalet oldu. Çevredeki birtakım beylikler de muhtar idareleriyle bu eyalete bağlandı. Bunlar Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı dönemlerde, bağımsız emirlikler şekline dönüştü. Bu dönemde görev yapan ünlü emirlerden bazıları: Fahreddin (1634), Zahirül Amr (1750) ve Cezzar Ahmed Paşa'dır. 1832'de Mısır valisi Mehmed Ali'nin oğlu İbrahim Paşa Filistin'in tamamını idaresi altına aldı. 1840'a kadar Mısır hakimiyetinde kaldıktan sonra, yeniden Osmanlıların eline geçti. Osmanlılar çağında, Filistin halkının dini inanç ve mezhep işlerine karışılmadı. Gerçi bu dönemde birçok ibadet yerleri cami mescid haline getirilmişse de, Museviliğin kutsal anıtlarına dokunulmadı. Yahudiler ibadetlerini istedikleri gibi yaptılar. Kendi dillerinde kitap, dergi yayınladılar.

XX. yüzyıl başında, bu bölgede siyasi olarak Osmanlı Devleti'ne bağlı, Kudüs-i Şerif adı altında müstakil bir sancak vardı. Sınırları: Şeria nehrinden Lut gölüne, Akdeniz kıyısıda el-Ariş'in doğusuyla Akabe körfezine kadar uzanmaktaydı.

I. Dünya Savaşı'nda Filistin, Mısır'daki İngilizlere karşı yapılan Sina Cephesi Harekatında Osmanlılar tarafından üs olarak kullanıldı. Burada yapılan 200 km.lik demiryolundan cephedeki birliklerin ihtiyaçları karşılandı. 1915'in Ocak ayında Kanal Bölgesine varan Osmanlı birlikleri İngilizlerin müdahalesi sonunda el-Ariş'e çekildi. İki taraf da Çanakkale Savaşı sebebiyle Sina Harekatına uzun bir ara verdiler. 1916 başlarında yeniden savaşa başladılar. İngilizler 20 Aralık'ta el-Ariş'i işgal ederek, 1917 Nisan'ında Gazze'ye kadar geldiler. 31 Ekim 1917'de Gazze-Lut cephesinden, el-Şaba doğrultusunda saldırıya geçen İngilizler Kudüs'ü alarak, 1918 Şubat'ında Şeria vadisine dayandılar. Şeria nehrinin karşı kıyısında mevzilenen Liman Von Sanders komutasındaki Yıldırım Ordularını yenerek Filistin'i Suriye içlerine kadar işgal ettiler (19 Eylül 1918),

Bunun üzerine daha önce Filistin'in güneyinde kurulan İngiliz askeri idaresi, 1920'de yüksek bir komiser tarafından idare edilerek mülki idareye çevrildi. 24 Temmuz 1922'de Filistin, Cemiyet-i Akvam tarafından İngiltere'nin idari vekaleti altına verildi. Bu karar 29 Eylül 1923'ten itibaren yürürlüğe girdi.

 

FUAD PAŞA (MEHMED, KEÇECİZADE) (1815-1869)

Tanzimat döneminin üç sadrazamından biri.

Kazasker Keçecizade Mehmed Salih Efendi'nin torunu ve Şair Keçecizade İzzet Molla'nın en büyük oğludur. 1815'de İstanbul'da doğdu. Keçeci lakabı, Konya'da büyük dedesinin keçecilik yapmasından gelmiştir. 1835'te tıbbiyeyi bitirdi. 3 yıl kadar Trablusgarb'ta bulundu. Reşid Paşa'nın teşvikiyle Babıali Tercüme Odasına girdi. Burada baş mütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra Londra sefareti başkatipliğine getirildi. Londra dönüşünde İspanya sefareti orta elçiliğine getirildi (1844). İstanbul'a dönüşünde Divan-ı Hümayun tercümanı oldu (1845). Aynı yıl Sıbyan mekteblerinin düzeltilmesinde çalışan bir komisyonda üye olarak bulundu. Ve Rütbe-i Ula sınıf-ı evveli ile Divan-ı Hümayun amedciliğine tayin edildi. Daha sonra Rus büyükelçiliğine tayin edilen Fuad Paşa, İstanbul dönüşünde sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (1852). Mısır'ın 60.000 kese olan yıllık vergisini 80.000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığı'na getirildi (Ağustos 1852). Kendisine verilen Meclis-i Al-i Tanzimat Reisliği'ni işlerinin çokluğu yüzünden bıraktı. Kasım 1856'da görevinden ayrılarak tekrar Meclis-i Ali'ye memur edildi. Çok geçmeden Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresi'ne Hariciye Nazırı sıfatını da üstünde taşıyarak tayin edildi (Nisan 1858).

1860 yılında Lübnan dağlarında çatışan Maruniler ve Dürziler arasındaki anlaşmazlığı çözmek üzere fevkalade komiser tayin edildi. Şiddet kullanarak karışıklıkları bastırdı. Bu sırada Sultan Abdülmecid'in ölümü üzerine yerine geçen Sultan Abdülaziz, Meclis-i Vala ile Meclis-i Al-i Tanzimat'ı birleştirerek reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi. Rumeli'deki ayaklanmalar yüzünden 6 Ocak 1863te sadaretten istifa etti. Padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vala-yı Ahkam reisliğine kabul etti. Abdülaziz'in "Yaver-i Ekrem" unvanını aldı (3 Mayıs 1863). 1 Haziran 1863'te ikinci kez sadaret makamına getirildi. Abdülaziz'in İsmail Paşa'nın kızıyla evlenmesini engellediği için görevinden alındı. Ali Paşa'nın sadarete gelmesi üzerine beşinci defa Hariciye Nazırı oldu(Şubat 1867).

Abdülaziz'in Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran-17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle bu seyahatten yorgun döndü. Doktorların tavsiyesine uyarak, kışı geçirmek üzere gittiği Nice'de öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane'deki türbesine gömüldü.

Cevdet Paşa'yla birlikte yazdığı Kavaid-i Osmaniye adlı kitabı Encümeni Daniş tarafından bastırıldı. 




 

 
FACEBOOK
 
Facebook'ta Paylaş
GOOGLE
 
 
Bugün 38 ziyaretçi (52 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol