
İşitildi yine gülzâr-ı sühanda ma’hûd
Bülbül-i herze-edânın yeni bir zemzemesi
Lâl eder bir gün onu aksederek âfâka
Yine bir bâz-ı fezâ-yı edebin demdemesi []
Hiç şüphesiz 1839 senesinde ilan edilen Tanzimat Fermanı,
tarihimizde çok büyük değişikliklere sebebiyet vermiştir.
Daha çok kendisini sosyal ve iktisadi hayatta gösteren bu değişimler,
hukuk ve edebiyat sahalarında da kuvvetli bir şekilde hissedilmiştir.
O dönemin insanları edebiyat alanında, Tanzimat’tan sonra âşina
olmadıkları edebî türlerle karşı karşıya kaldı.
Servet-i Fünun dergisi
Daha önceleri kendi iç bünyesinde belirli kaideler çerçevesinde
gelişme gösteren Divan Edebiyatı, dönemin bazı aydınlarınca
yetersiz görülmeye başlanmış, söz konusu münevverler,
aydınlığı Batı’nın pırıl pırıl gözüken ışıkları altında aramaya başlamışlardır.
Öteden beri bu sahada şöyle bir mukayese yapıla gelmiştir:
“Tanzimat devri edebiyatçılarından Recaizade Ekrem yeniyi;
Muallim Naci ise eskiyi temsil eder.” Hatta bununla ilgili
olarak iki müeddib arasında, az sonra gazete sütunlarına aksedecek
tartışmalar ön plana çıkartılır. İki zıt kutuptan yola çıkarak şöyle
alelade bir mukayese yapılmaktadır: Muallim Naci benimsediği
fikirler bakımından mutassıp ve gericidir. Bu sebeple tartışmaya
girdiği karşı taraf (Recaizade Mahmut Ekrem) yeniliklerin
en önde gelen mümessilidir. Halbuki, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Recaizade’nin kaleme aldığı bazı mukaddimeler bir yana bırakılacak
olursa “Onun hiçbir zaman kendisini şiire veremediğini ve yazarı
daima bir amatör olduğunu hatırlayarak okumak gerektiği”
düşüncesini savunur. []
Muallim Naci ise yaşadığı dönem itibariyle Batı’yı hazmetmeden
benimsemeye çalışanlara karşı bir tavır alır ve döneminde haklı
olarak Servet-i Fünun ekolünün kurucusu kabul edilen
Recaizade’nin peyklerinin (Tevfik Fikret, Cenab Şahabettin vs…)
şiirde aşırı derecede ileri gitmelerine karşı çıkar.
Recaizade Mahmud Ekrem
Gerçi Naci vefat ettiğinde (v.1893) Servet-i Fünuncular bir dergi
etrafında henüz toplanmamışlardı. Hemen üç yıl geçtikten
sonra Ekrem’in kanatları altında bir oluşum meydana getireceklerdi.
Fakat daha öncesinde teşekkül eden fikirler ve ihtilaflar onları
böyle bir topluluğu kurmaya itecekti. Hemen yeri gelmişken belirtelim ki,
o dönemde yapılan edebî münakaşalar, bizde Servet-i Fünun’un ve
akabinde Fecr-i Âti gibi edebî muhteviyatları haiz ekollerin meydana
gelmesine ön ayak olmuştur.
Adı geçen tartışmanın hangi sebeplerden dolayı cereyan ettiğine
bakacak olursak şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: Muallim Naci,
devrin bazı mecmualarında ve aynı zamanda kendisinin kayınpederi
olan Ahmet Mithat Efendi’nin “Tercüman-ı Hakikat” isimli gazetesinde
bir süre şiirler neşreder. Fakat o, birtakım ihtilaflardan ötürü, daha sonra
başka gazetelere de geçiş yapacaktır. Kendisinin ilk zamanlarda yazdığı
şiirler diğer şairler tarafından da beğenilmiş, hatta daha sonraları
münakaşaya gireceği Recaizade Ekrem bile Muallim Naci’nin bir şiirini
“tahmis” etmiştir. []
Ekrem, dönemin Sultanî mektebinde okutulmak için hazırladığı
“Talim-i Edebiyat” adlı kitabına yerli ve yabancı yazarlardan alıntılar
yapmıştır. Bunlar arasında Muallim Naci’nin de bulunduğunu hatırlayalım
Ne var ki adı geçen eserde bir başka şair, Abdülhak Hâmid’den alıntılar
daha fazlaydı.
Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı “Tercüman-ı Hakikat” gazetesi
Tanpınar, Muallim Naci’nin Sakız’da iken yazdığı mektuplardan
yola çıkarak Naci’nin Talim-i Edebiyat’a karşı oluşunu şahsi bir
ihtirasa bağlar. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre Recaizade Mahmut
Ekrem, Abdülhak Hâmid’den birçok alıntı yaparak, Muallim Naci’yi
ikinci planda bırakmış ve bundan dolayı da Muallim Naci
kızarak Talim-i Edebiyat’a şahsi bir düşmanlık beslemeye
başlamıştır. Bu noktada şöyle bir mukayese yapılabilir.
Recaizede Ekrem'in, dönemin Sultanî mektebinde okutulmak için hazırladığı “Talim-i Edebiyat” adlı kitabı
Talim-i Edebiyat'ın iç kapağı
Eğer Naci, bu itilmişliğe maruz kalmasaydı, Ekrem’in
eserini –sırf kendi şiirlerinden alıntılar yaptığı için- beğenecek
ve takdir mi edecekti? Sözü geçen tartışmayı savunulan
edebiyat anlayışlarından dışarı çıkararak, şahsi ihtiraslara
bağlamak, -kişiler tarafından aksi belirtilmedikçe- pek
bir kıymet ifade etmemektedir.
Muallim Naci
Recaizade Mahmut Ekrem şiirlerini, Zemzeme [] isimli ve
belirli aralıklarla bastırdığı üç kitapta toplar. Arada gelişen
bazı olayların akabinde, özellikle Recaizâde’nin Takdir-i Elhan
risalesi ve üçüncü zemzeme mukaddimesinin yayınlamasından
sonra, tartışmalar daha da hararet kazanır. En sonunda bütün
bunlara cevap olarak Muallim Naci, Demdeme’yi kaleme alır.
[] Tartışma esnası boyunca karşılıklı ithamlar çok ağır bir seviyeye gelir.
En nihayetinde de söz konusu münakaşa devletin müdahalesi ile sona erer.
Her iki yazar da kendi düşüncelerini ateşin bir şekilde müdafaa etmiştir.
Fakat bunlardan çıkarılan genel yargıların en basite indirgenmiş
biçimi günümüze ‘Recaizade Ekrem’in yeniliğe açık; Muallim Naci’nin
ise mutassıp ve gerici oluşu’ şeklinde lanse edilişidir.
Halbuki Ekrem’in teşekkülüne ön ayak olduğu Servet-i Fünun şairleri de
şiirlerini aruz ölçüsüne göre yazacak ve çoğu zaman divan edebiyatının
belirli şekil kalıplarını kullanmaktan geri kalmayacaklardır. Burada
dikkati çekilmesi gereken en önemli husus, yenilikten kastedilenin
ne olduğu veya ne olması gerektiğidir. İşte mezkur sebepten dolayı
edebi tartışmalar, Tanzimat döneminin en dikkate değer meseleleri
olmuş ve aylarca hatta yıllarca gazete sütunlarını meşgul etmiştir.

Beşir Fuad
Ayrıca bir başka husus daha vardır ki, burada zikretmek faydalı olabilir.
1888 senesinde Kitapçı Arakel tarafından bir eser bastırılır. “İntikâd”
isimli bu kitap Muallim Naci ile bizde ilk materyalist olarak bilinen
Beşir Fuad’ın mektuplaşmalarını ihtiva etmektedir. Mektupların
başlangıcı sebebi olarak ise Beşir Fuad’ın Victor Hugo için yazdığı
bir eserin karşılıklı bir değerlendirilmesi gösterilebilir. Toplam yedi
mektuptan oluşan söz konusu kitapta Muallim Naci’nin dört mektubu
bulunmakta ve bu mektuplarda hiçbir zaman onun tutucu ve eskiye bağlı
birisi olduğu göze çarpmamaktadır. Örneğin ilk mektubun şu ilk
mısraları, Naci’nin aslında edebiyatta yeniliğe -fakat makul biçimde-
açık olduğunu bizlere göstermektedir:
Efendim!
Bir zamandan beri gittikçe tevsi’ etmekte olduğu çeşm-i iftihâr
ile görülmekte olan matbuât-ı Osmâniye âlemine bir başka
arayış vermeğe başlayan âsâr-ı kalemiyenizden bu kere neşrolunan
«Victor Hugo» ünvanlı iki cilt bilhassa celb-i nazar-ı dikkat etmiştir.” []
Naci, fikri itikad olarak kendisi ile tam bir zıtlık teşkil eden
Beşir Fuad’ın edebiyata getirmek istediklerinin farkındadır ve
bunu da takdire şayan bir şekilde karşılamaktadır. Mektupların
devamında da bu durum izlenebilir.
İlk Türk materyalist olarak bilinen Beşir Fuad (sol başta)
Yukarıda da belirtildiği üzere Muallim Naci’nin dönemin bazı
ediblerini “yâve-gû”luk (saçma sapan konuşma) ile itham etmesi,
onun yeniliğe kapalı değil; aksine laf ü güzaf kabilinden şiirler yazılmasına
karşı olduğunu göstermektedir. Eski, beğenilecek tarafları olduğu
için kıymetlidir. Yeni ise sindirilebildiği ve adapte edileceği ölçüde
alınmalıdır: İkisi bir sentez halinde sunulabildiği takdirde edebî
manada bir değer taşıyacaktır.
“Yeni itibar olunan eş’ârımız içinde ma’nâsızları o kadar çoktur ki
bunları herkes görmüş olacağı cihetle şurada bir iki misâl irâdına
lüzum görmekte ma’nâ yoktur […] Gide gide yâve-gûluk hepimize
sirâyet ve taammüm edecek olursa biz edîblerin eslâfa ne derecede
tefevvuk etmiş sayılacağımızı hayâl ediniz!” []
“Zaman gelecek ki şiir kelimesinin anlamı, mânâsını kâilinin (söyleyenin)
dahî anlamadığı söz şeklinde verilecektir.”